15 Ekim 2012 Pazartesi

Kardeş kıskançlığı nasıl birşey?!

21. yüzyılda psikolojinin, iletişim bilimlerinin, sosyolojinin, tıbbın içerdiği verilerin herkes tarafından rahatlıkla paylaşıldığı bir dönemden geçiyoruz. Artık bir yeriniz ağrıdığında doktordan önce internete danışıyoruz. Forumlardaki, bloglardaki, tıp sayfalarındaki yazıları okuyoruz. Kendimize benzer bulgular gördüğümüzde, "hah! tam ben.. dur bakalım ne diyormuş" diye atlıyoruz. Belki iyi yapıyoruz, belki kötü. Ama tarafsız olmak gerekirse, evet önce bir iki satır fikir sahibi olmak güzel bir şey, ama önünde sonunda bir uzmana danışmak gerekiyor sanırım. Eğer konu bir tıbbi mesele ise bir bilen yetmiyor, işin eğitimini almış bir uzman şart oluyor. Ama eğer konu sizin içinizi gıdıklayan, yani sadece merak ettiğiniz bir konu ise, internette paylaşılan olaylar, duygular, size kendinizi yalnız hissettirmeme konusunda yardımcı olabilir. İşte bu yazı da öyle bir yazı..

Benim yazdan beri okuduğum makalelerden çıkardığım genel sonuç; kıskanılan şey kardeş değil; anne-baba! Paylaşılamayan onlar çünkü.. Hatta öncelikle anne! Çocuk, kardeşini sevdiğini size kanıtlamak için aşırı sevme cümleleri kurarmış, gerçekten de öyle oldu. Onu hırpalarcasına sevince, çok sevdiğini gösterdiğini düşünürmüş, gerçekten öyle oldu... Onu incitmesine izin vermeden, sevmesini sağlamak gerekirmiş. 40'ı çıkınca da kucağına yanında kontrolle bekleyerek verebilirsiniz...

Ebeveynlerden biri bir çocuğu biri diğer çocuğu paylaşarak ilgilenilsin dediler önce. Ben bebeği emzirirken, babası büyük kızımızla ilgileniyordu vs. Ama sonra bunun yanlış olduğunu okuduk. Hayır, ilgi her iki kişi tarafından da eşit bölüşülmeliydi. Bir akşam anne uyutur, ertesi gündüz baba parka götürür vs. Tabi ilk başta bunları planlamak mümkün değil! Ben yataktan nasıl kalktığımı bile hatırlamıyorum... Ama evde size yardım eden bir büyüğünüz olsa da; baba yardımcı olsa da, çocuk sizi istiyor! Büyük çocuktan söz ediyorum.. Haklı da... Küçük de bol bol emmek ve kucaklanmak istiyor...

Yani işiniz zor. Biz de insanız, bazen pilimizin bittiği, dengeyi kuramadığımız anlar oluyor. Kriz anlarında sinirden kaçınmak, bağırmamak, "Sen ablasın" dememek temel şartlar! Onu dışlamamak için, sorumluluk vermek, kendi uykusunun, yemeğininin düzenini bozmamak da şart...

Yağmur aile kavramını çok seven bir çocuk. Kuralları da çok seviyor. Bizim ilk ay, dengemiz bozulunca kendisi bunu çok hissetti. Benim dışarı çıkamadığım ilk günler yalnız kaldı. Parka, markete gelmemi istedi. Tabi dikişlerimden dolayı çıkamıyordum. 10 günlükken iki büklüm halimle, saçım başım dağınık parka inmiştim o mutlu olsun diye... Kadınlar bana acıyan gözlerle bakmıştı ama olsun. Sağlık en önemli şey. Bana ekstra güçlü olma pili taksınlar, aynı anda her yerde olurdum.. Yeter ki gücümüz olsun...

Velhasıl kelam, ilk ay ile şu anki üçüncü ayımız arasında epey gelişme var. Arada bizim fıstığın okula başlamış olmasının ve bizi evde bırakıyor oluşunun olumsuz etkisi oldu ama akşamları hep onunla ilgilenerek, haftasonları dördümüz dışarı çıkarak arayı kapatmaya çalışıyoruz. Onun sevdiği etkinlikleri soruyor, akşam yemeklerinde, "Bugün ne yaptın" sohbetleri yapıyoruz. Kardeşini kabullendi sanki ama yine de dengeyi her zaman mesafeli tutmak gerek. Senin de şu yönlerin çok güzel, burada hatalısın ama şöyle düzeltebilirsin vs demek gerek. Dördümüz baş başayken idare ediyoruz da, kalabalık aile ve dost meclislerinde ilgiyi çekmeye çalışıyor halen. Onun da işi zor, ne yapsın, ilk kez üstüne gül geliyor... İkisi de birbirinden ayrılmaz birer günışığı!... Bilimselliğin üzerine; biraz da akışına bırakmak gerek sanırım... Sevgiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder